Saturday, June 19, 2010

Radyo Geceleri


Dün yine radyo gecesi yaşadık.

Yine planlamadan, başka gecelerde çoktaaan uyuduğumuz bir saate denk gelen bir zamanda başladı. Kokia yatağa girmişti bile, ben de son defa emaillerime bakıyordum. Derken pencere pencereyi açtı, ben Yasemin’e Because I Love You şarkısını hediye olarak göndermek istedim. Onaltı/yedinci yaşımızın dilime dolanık bu yaz şarkısınının içimde yarattığı hisleri dünyada anlayacak tek kul Yasemin idi. Yolladıktan sonra birlikte dinledik sonuna kadar. Kokia şarkıyı tanımadı. First Love, First Kiss Oh what a feeling is this’i çaldım, onu da tanımadı. ''Dur ben sana bir tane çalayım o halde'' dedi, onun çaldığını ben tanımadım. Chris de Burgh açtım. The Traveller. Bilmiyormuş, hayret ettim. Heyecanla tuşlara basıp ''Oooo bunu kesin hatırlarsın'' dediği parçayı da bilmiyordum. Ben belki tanır diye çocukluğumdan bir parça Laura Branigan’ın Self Control’unü çaldım. Buz pateni kaymaya gittiğim Penguen'de çalardı hep. Onu bile tanımadı. Kısa zamanda anladık ki aramızdaki altı yaş müziksel tarihimiz açısından bir uçurummuş meğer.

Madonna ve Micheal Jackson haricinde ortak bir paydamız olmadan çalmayı sürdürdük. Yatağın üzerinde karşımızda laptoplarımız, www.grooveshark.com'dan istediğimiz her parçayı karşımıza getire getire. Farketmeden ikimiz de kendi 13-14 yaşlarımıza odaklanmışız. Her parça yüzlerce hissi, anıyı, unutulmuş kıpırtıları geri getirdi. Birbirimize slow danslarımızı anlattık ve ev partilerimizi. Bizim okulda lokal diye bir mekan vardı. Lise 3’lerin işlettiği bir tenefüshane idi ve öğretmenler oraya gelmezdi. Biz orada müzik çalar, dans eder, çay pasta kek yediğimiz masalardan birbirimizi keserdik. Lokal’de vakit geçirmek heyecanlı ve mühim bir etkinlikti. Öğle tenefüslerinde slow dans da edilirdi. Öğrenciler müzik setinin başına geçer, o karışık kasetlerinden nabza göre çalarlardı. Ben çaldıkça lokal canlandı gözümde. Varlığını neredeyse unuttuğum bu mekanda neler olduydu oysa ki!

Kokia, Take My Breath Away’i çalarken yaz tatiline İngiltere’ye giden Elektra’ya yazdığı sonsuz aşk mektuplarını anlattı. Ben Lady in Red çalarken bir basket sahasında düzenlenen yazlık partisindeki ilk slow dansımı.

Acıklı parçarda, tavana gözlerimizi dikip içimizden geçen duyguları çiğneye çiğneye yattığımız anılar canlandı. O yaşlarda hisler, duygular ne kadar yoğun, ne kadar net idi. Taze kalpten ilk defa geçiyorlar diye nasıl da derin çizikler bırakırlardı. Dedim ki ‘‘yaşamı bir kez daha o kadar yoğun hissetmeyeceğime inanamıyorum’’. Yeniden çocuk olmayacağıma da inanmak bazen zor geliyor.

Bu radyo geceleri arada sırada oluyor. Şarkılar çekmece diplerinde unutulmuş anıları çekip çıkarıyor, anılar hisleri geri getiriyor. Birbirimizi yeniden tanıyoruz onüçüncü yaşımızın duygularında.

Mutsuz Aşklar’ı yazdığımda, yorum yapan okurlardan biri mutlusuna geçişimi anlatmamı istedi benden. Ben galiba kendimi sevmeye başladığımda mutlu aşka geçtim. Kendimi sevdikçe hem sevilmek hem de başka bir insanı sevmek kolaylaştı. Kendimi sevmemekten doğan arızalar eridi gitti.

Aşkı beslemenin başlıca yolu birlikte kaliteli vakit geçirmekmiş. Kaliteli vakit televizyon karşısında, kanaldan kanala atlayarak yemek yemek demek değil ama. Samimiyet ve özenle tanımlabilecek bir zaman dilimi. Geçen akşam yorgun eve geldim. Kokia dedi ki ‘‘Yoga büdümü yemeğe götüreyim mi?’’. Yeni bir suşiciye gittik. Yanyana oturduk, yemeklerimiz gelene kadar el ele tutuştuk. Dedim ki ben ona ''ne keyifli şey seninle vakit geçirmek. Bütün günü beraber geçirsek de yemeğe çıktığımızda hiç sıkılmıyorum. Yasemin gibi oldun sen.’’

Dedi ki, ilişkimiz boyunca yaptığım en süper kompliman buymuş!


6 comments:

Esin said...

Def'cim, bu en sevdigim yazilarindan biri oldu. Eline saglik.

yasemin yucel agazat said...

Eline saglik yine cok guzel yazmissin. Ben de gittim o yillara dun aksamustu Sundance ofisinde "Because I Love You"yu dinlerken. Yuzumde bir gulumsemeyle bitirdim yaziyi, Kokia'ya yapilan kompliman beni de gulumsetti sanirim.

kemal said...

Kendini sevmeyi becerebilmek ne güzel. Sırtındaki yüklerden, gölgelerden, pişmanlıklardan, suçluluklardan ve değersizlik hislerinden kurtulmak.
Kendini seven sevgidir artık. Sevgiyi aramasına gerek kalmaz. Çünkü o zaman sevgi heryerdedir. Evrenin en kadim kuralı 'benzer benzeri çeker' değil mi?; Ve sevgi sevgiyi çeker. Sevmek de sevilmek de kolaylaşır.
Sevgiyle:)
Kemal

Neslihan Akman said...

ay ne keyifli yaziydi hakikaten Defne..ben de gecen hafta ayni durumdaydim grooveshark karsisinda..total eclipse of the heart'dan baslayip bana isvicreyi ve teyzemi hatirlatan adriano celentano'lara, mina'ya uzandim 'acqua e sale''l'emozione non ha voce'...italyada olmam da bunu pekistirdi, dedim eskilerde yasamayi ne cok seviyorum..ben de kendimi seviyorum artik, ve sonucunda basima ne gelirse gelsin oyle derinlere dusmuyorum artik.. su aralar en buyuk dilemma'm bunun ne kadarinin italya'da olmama ne kadarinin zaten kendi icimde her yere tasiyabilecegim arasinda netlesememek..sanirim bir sure istanbul'a geldigimde anlayacagim...keske hep bir ayagim buralarda kalsa..umarim

Ursula von Dosenbach said...

ne nefistir böyle hisler yaşamak özellikle de yemek gelene kadar el ele tutuşmak :)
basket sahası ve "first love" kısmı beni benden aldı diyebilirim- ah evet ben de ordaydım...aynı basket sahası mı bilemedim ama aynı danstı kesin:)

teşekkürler defne

Doğuş BEBEK said...

"Ben galiba kendimi sevmeye başladığımda mutlu aşka geçtim" buna inanmayı tüm kalbimle öyle çok istiyorum ki... Yazılarınızı seviyorum...